ÇORBA PARASI!...
Çevremizde üstü açık veya örtülü bir şekilde dilenen insanlara rastlıyoruz. Kimisi sadaka, kimisi çorba parası veya benzeri adlar altında para istiyor. Kimimiz bir an evvel önümüzden gitsin diye, ya “Allah versin” diyor, ya da eline birkaç lira tutuşturup yolluyoruz. Kimimiz de bakın ne yapıyor?
Birincisi;
“30–35 yaşlarındaki yoksul bir genç ara sıra ofisime gelip ezile-büzüle bir “çorba parası” istiyordu. Yüreğim acıyordu. Çorba parasını vermiyordum ama bitişikteki lokantadan yemeğini ısmarlıyordum. Ara sıra alkollü olduğuna da rastlıyordum. “İnsan insanın zehirini alır” sözünden hareketle içindeki zehiri almak için saatlerimi veriyor, adeta sosyal psikolog gibi oturup derdine ortak olmaya çabalıyordum. Kederinden içtiğini söylüyordu. Bu arada içki içmemesini de tavsiye ediyor, alkolden vazgeçirmeye çalışıyordum. Namaz kılmayı değilse de dua edip yüce Yaradan’a sığınmasını öğütlüyordum. Allah’a şükür 5–6 ay sonra artık alkollü oluşuna rastlamaz oldum. Mutlaka benim dışımdaki insanlar da alkolü bırakmasını söylemiştir… Yine birkaç ay daha; bazen çorbasını, bazen de çorba parasını vermeye devam ettim.
Sonradan bu böyle gitmez diye düşündüm, yine bir akşamüstü uğrayıp çorba parasını istediğinde oturup kendisiyle konuştum. Veren elin alan elden üstün olduğunu, bu şekildeki bir hayatın sonu olmadığını ve böyle gidemeyeceğini söyleyerek artık çalışmasını tavsiye ettim. Ne yapayım, mesleğim yok dediğinde ise el arabası çalıştırabileceğini söyledim. Parasının olmadığını söyleyince de bir ikinci el araba almasını, araba bedelinin bir kısmını borç(!) vermeye hazır olduğumu söyledim. Amacım topluma kazandırmak, Konfüçyüs’ün deyimiyle “Bir insanı doyurmak istiyorsanız, ona her gün balık vermeyin, ona balık tutmayı öğretin.” sözünü uygulamaktı…
Birkaç gün sonra geldiğinde satılık bir el arabasına rastladığını, fiyatının hesaplı olduğunu söyledi. 150 liraymış. Sahibinin acele satacağını, bu nedenle kaçırmamak için de kaparosunu vermesi gerektiğini ifade etti. Bunun üzerine 50 lira verdim. Güya sabahleyin arabayı alacak, artık “çorba parasını” kendi alın teriyle kazanmaya başlayacaktı. Sevinmiştim. Toplumdan geçinen asalak bir insan üretken hale gelecek, dilencilikten kurtulacak, çalışarak topluma katma değer sunmaya başlayacaktı…
Gitti gelmedi. Birkaç gün sonra yolda rastladım. Arabayı sordum… Sahibinin satmaktan vazgeçtiğini, o nedenle alamadığını söyledi. 50 lirayı ne yaptığını sorduğumda ise evine yağ aldığını söyledi. Parayı vermedi, verse üretken bir birey olması yolunda belki daha fazlasını vermeye devam edecektim. Oysa kendisine verileni etik dışı bir davranışla amaç doğrultusunda değil de keyfine göre kullanmıştı. Demek ki, araba bedelinin tamamını versem, onunla da evine yağ alacaktı(!)
Ama bu son oldu, istemesine rağmen vermedim bir daha…
Şimdi arada bir yolda rastladığımda utancından yere bakıyor, yüzüme bakmaya bile cesaret edemiyor…
Çorba parasını nasıl kazanıyor, diye sorduğunuzu hisseder gibiyim. Bilmiyorum…
Benim gibi başka birini daha bulmuştur belki…
Kim bilir?”
Yaşanmış bir hayat hikâyesi işte böyle… Başka bir hikâyeyi ise sonraki günlerde paylaşacağım.
Mustafa Işıldak m.isildak02@gmail.com
18.8.2011 Adıyaman’da Bugün Gazetesi
m.isildak02@gmail.com 0532–422 85 28
|
|
|
Teşekkürederiz...
Yorumunuz elimize başarıyla ulaştı, en kısa sürede yorumunuz editörlerimiz tarafından incelenerek uygun görüldüğünde sayfada yerini alacaktır.
|
| *** Yorum Yaz | Bu yazıya hiç yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapın. |
|
|