Hastane kapısının önünde beklemek...
Dertlere çare ararken
Dermanım gel demek
Islak gözler, dermanı kalmamış ayaklar, dayanma gücü nereye kadar derken
Rabbine sığınmak...
İmanın insanın en değerli varlığı olduğunu,
Ne yazık ki en çaresiz vakalarımızda anlıyoruz.
Hele anne- baba iseniz.
Acılarınıza merhem bulmak o kadar imkânsızdır ki.
Lakin evladınızın bir gülümsemesi size sunulan en büyük hediye olur.
Dünyanın her yerinde durum aynıdır değişmez.
Evlat acısı bu.
Dini ırkı yoktur.
Fakat biz iman edenler çok şanslıyız,
Ellerimizi semalara kaldırırken, yüreklerimizi Rabbimize yollarız. Biliriz ki, bizi bizden daha iyi bilen var.
Sabır isteriz, cennet kapısına varabilmek adına.
Her acılı ana- babanın bir hikâyesi vardır anlatacak.
Dinlemeye yürek dayanmayacak türden olan, bazısı var ki,
Sonu kara toprak.
Bir anneden bahsedeyim, herkesin içindeki yaraları biraz deşip belki ağlayıp şükredelim.
Hayata çok erken yaşlarda, çilelere merhaba diyerek başlamış.
Çocuk yaşında annelik duygusunu tatmış.
Artık ne kadar yaşayabilmiş orası muamma.
Zengin denilen bir aileye, köle bir gelin misali gelmiş.
Gerçi evdeki diğer gelinler de farklı değilmiş.
Konak misali evde küçük ve soğuk bir odası varmış.
Banyo, ta koridorun sonunda,
Sıcak su ise hayalmiş.
Eskilerin yaşadığı hayatları neden masal dinler gibi, önemsiz dinleriz
Hiç şükretmeden.
Anlamış değilim.
Şükür etmek için illaki zorluk mu yaşamak lazım?
Ardından mı şükürler dudaklara varmalı?
Üst üste anneliği yaşayan kahramanımız,
Daha iki aylık evliyken babasını kaybeder.
Yetim kalmıştır.
Aradan fazla yıllar geçmez
Ve yetim kalan, şimdi de evlatları olmuştur.
Eşini kaybetmiştir.
Evlatlarına artık babalık da yapmalıydı.
Belki de yaşıtları yeni yuva kurmuşlardı, o ise hayatı her hüznü ile yaşıyordu.
Altından nasıl kalkacaktı?
Dayanacağı bir erkek kardeşi vardı, ama onun da gücü belliydi.
Yıllar, sessiz ağlayışlarını evlatlarına göstermeden geçerken, tek şükredişi vardı:
'Evlatlarım sağlıklı, hepsi pırıl pırıl.' derdi.
Hamdını sunardı Rabbine.
Çok şükür der, acılarını yutkunurdu.
Lakin dünya bir imtihan.
Evet, yirmi iki yaşındaki evladını; ani bir ateş, kusma sonucu kaldırıldığı
Hastane odasından alıp tekrar hüzünler ile yaşadığı ama huzurla doldurduğu evine götüremeyeceğini anlamamıştı. Ta ki doktorların: 'Allah'tan ümit kesilmez.' kelimeleri yüreğine hançer misali saplanana kadar.
Acılı anne: 'Dr. bey ben evlatlarımı babasız büyüttüm, bırakın son nefesinde yanında olayım.' derken Rabbi ona sonsuz bir sabır vermiştir.
Evladına sarılır, kaşık ile su döker ağzına,
'Allah de kızım.' der.
Son yolculuğuna hazırlar kızını: “Korkma sakın, baban seni almaya geldi. Babana iyi bak! “acıyla, çok sevdiği annesine bakarken son kez dudaklarını annesinin yanağına değdirir, babasına giderken.
Şükür için ne kadar çok sebebimiz var.
Peki, isyan etmemiz nedendir?
Evlatlarımız hasta olabilir,
Ya da eşimiz ile anlaşamadığımız bir hayat sürebiliriz.
Ya da maddiyatımız en derininden bizleri vurmuştur.
Ya da başka başka sebepler ile doludur hayatımız.
Ama nefes alıyor isek,
Sevdiklerimiz bize gülümsüyor,
Ya da onların varlığını uzakta bile olsa hissedebiliyorsak,
Şükredelim Rabbimize.
Dertsiz kul var mı ki
Bizler olalım.
Hangi peygamber dertsiz, sıkıntısız bir hayat yaşadı, hiç düşündünüz mü?
Herkesin bir derdi var unutmayalım.
Özendiğimiz kullar vardır bizlerin, hayran hayran baktığımız.
Ve de dertsiz sandığımız.
Oysa, ardındaki gizlenmiş dertlerini bilemeyiz ki!.
Dertlerim olmasaydı,
Şükrüm olur muydu?
Gülümseyen dudaklar kalır mıydı?
Aynaya yansıyan.
Ya sımsıkı sarılıp
Koklayarak öpecek
Bir yanak bulur muydun?
Sonuz şükür olsun demek
Var iken, neden isyanlara uzansın diller?
Şimdi varsın kalksın eller,
Şükür edelim her halimize.
Şükrü bol günler diliyorum sevgili okurlarım.
Tülay Demircan Koyuncu